“Sayın Hayvanlar”ı anlamak üzerine bir yazı
Atilla Öksüz geçenlerde Pusula’daki köşesinde sert bir yazı yazdı.
Piknik yeri ve plaj gibi kamusal alanlarda bırakılan poşet, bez, izmarit gibi çöplerin sahiplerine, mangalcılara dokunarak “Sayın Hayvanlar” başlığı altında içini döktü:
“Türklük, Müslümanlık böyle bir şey mi”
“Yarın yeniden buraya geleceklerini nasıl akıl
edemezler”
“Üstelik hepsi okumuş, görmüş geçirmiş, evinde titiz, bahçesinde çöp atmayan mahluklar” dedi.
Hepimizin içinden-dışından kızıp söylendiği noktalara dokundu.
Okurları Atilla’nın gözlemlerine katılarak “anlamak mümkün değil” biçiminde şaşkınlıklarını bıraktı.
Ben bu durumlarda gayet sakinim. Nedenini sorarsanız kızgınlığımı fırsata çevirip günümüzde olup bitenleri anlamlandıran kitaplara öncelik tanıyorum.
Daha yarısına gelmediğim, elimin altındaki “Yeni Bireycilik” kitabı “boşuna sinirlenmeyin anlamak mümkün” dedirtiyor insana.
Zaten sanat, bilim anlamak, sakinleşmek çabası değil mi?
Piknik ve plaj gibi yerler kamusal alan, toplumun karşılaştığı yerler diyorsanız en başında Reagan’ın, Özal’ın ideolojik ve dönemsel eşiti; Erdoğan'ın tam gazla yolundan gittği önceli, özelleştirmenin kraliçesi Margaret Teacher'ın “Toplum diye bir şey yok, sadece bireyler ve aileler var” ünlü sözünü kitaba bakarak anımsamakta yarar var.
Birey derseniz, kitabın yazarlarına göre “arzuların özelleştirilmiş bölgesi” oluyor. “Piyasanın yaratıcı yıkımı” bireyi “anlık haz”, “yalıtılmış hazcılık” ile tüketimin nesnesi yapıyor.
“Yarın buraya geleceklerini nasıl akıl edemezler” diye sinirlenen Atilla’yı kitabın iki yazarı şöyle yanıtlıyor sanki:
“ne alırsam ben oyum” diye malzemeleri aldılar plaja, pikniğe geldiler. Yediler, içtiler, tükettiler daha sonra “bütün bunlar çok aptal ve anlamsız” diye iç geçirerek kamusal alanı çöplüğe çevirip terk ettiler.
Yolumun üzerindeki dükkanların camlarına bakarken mala, mülke, tüketime davet eden reklam afişlerindeki mutlu insan tipleri bir süredir beni tedirgin etmeye başlamıştı. Mutluluk ağızlarına kondurulmuştu sanki. Sonra sonra ağzın haz almanın tek önemli noktasına dönüştüğünü sezdim. Bunların aklı ağzında demeye başladım. Sinirlenmemek için reklam ve tüketimle ilgili kitaplara öncelik verdim. Kitabın birinde sosyoloji eğitmeni makalesinde reklamlardaki bu suratlara “kamusal yüz” dendiğini belirtip kızgınlık, şaşkınlık gibi yedi ayrı temel yüz ifadesi arasında mutluluk ifadesi oranının %70 olduğunu açıklayınca gözlemci yanım adına sevindim.
Aslında Atilla’ya, şaşırmalarımıza en sağlam yanıtı kapitalizmin eleştirel gözlemcisi Marx veriyor. İnsanın kendi ürettiklerine bile yabancılaşmasına değinen felsefeci giderek malların insan, insanların mal özellikleriyle tanımlandığını vurgular.
Gazetelerdeki otomobil reklamları için atılan başlıklara, konan metinlere biraz dikkat edin bu araçların insan özellikleriyle çekici kılındığını anlarsınız.
"Akıllı telefonlar", "akıllı çamaşır nakinaları", "akıllı evler" çoğalırken; insan aklının ağzında toplanmasına bakarak “Atilla haklı, mallaşıyoruz" dersek sinirlenmiş olmayız, anlamış oluruz.
Atilla Öksüz yazısı:
Yeni Bireycilik, Küreselleşmenin Duygusal Bedelleri
Anthony Elliott-Charles Lemert
Sel Yayınları 2010
6 Ağustos 2011