19 Nisan 2021

1999'dan beri...

 SergiOdası 

1 Mayıs 2021'de 22 Yaşında!


E: 67sergi@gmail.com

18 Nisan 2021

Fotoğraflar:


1 Mayıslar: 
1977, 1978, 1979 / Bir Kesit
 1 Mayıs-30 Mayıs 2021
 AÇIK 

Yıl 2009: İbrahim Kalın, Erkan Oğur ilişkisinden Talat Halman'a...

  


Darbe dönemlerinin vazgeçilmez kişiliği

İbrahim Akyürek

 

Bu ülkenin kültür bakanları iyi birer ‘havuç’ gibi seçilir, ‘sopa’yı ötekiler atarlar. 

Cumhuriyet tarihinin görevlendirilen ilk kültür bakanı Talat Halman’dır. Halman, 12 Mart 1971 askeri darbesi sonrası kurulan balyoz hükümetinin Kültür Bakanı’dır. Komutanı Memduğ Tağmaç, Başbakanı CHP’den gelme Nihat Erim’dir. İlk kez kültür bakanlığı kurulmuştur. Darbe dönemlerinde ülkenin dış itibarını kültür ve sanatla parlatmak için bürokratik bir kişiliğe gereksinim duyulmuştur. Bu ders belki 27 Mayıs darbesi sonrası çıkarılmıştır. 

Arkadan 12 Eylül 1980 darbesi olur, Talat Halman yine göreve çağrılır. Komutanı bu kez Kenan Evren, Başbakanı Bülent Ulusu’dur. İlk kez Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Kültür Büyükelçiliği kurulur. Talat Halman bu göreve uygun görülür, Birleşmiş Milletler bünyesinde çalışmaya başlar. Hep ilklerin adamıdır. Dışişleri Bakanlığı’nın ilk ve son kültür işleri büyükelçisidir.  

Kendi anlatımıyla ülkenin vizyona ihtiyacı vardır. Talat Halman büyük bir hırsla, kafasındaki dev projelerle memleketine hizmet etme arzusuyla doludur. 

"Olmayan JİTEM"in cesetleri ortalığa saçtığı 1990’lı yılların kültür bakanlarını bu arada unutmayalım: Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, İsmail Cem. 

Adı anılmışken Fikri Sağlar’ın ağzından, Bakanlık yaptığı yıllarda Kanal 6’da duyup ezberlediğim  “Devletin yapısını öğrenmeye çalışıyoruz” sözünü anımsatayım. 

* * * 
İyi ki, Aklın Yolu Bindir kitabı çıktı. Cahide Birgül, Talat Halman ile yaptığı uzun söyleşiyi iki parmak kalınlığındaki bu kitapta topladı. Talat Halman’ın kişisel ve toplumsal ilişkiler tarihi kendi ağzından ortalığa saçıldı.   

Generallerin emrindeki Nihat Erim “Reform Hükümeti”nin Balyoz Hareketi sürerken, kültür işlerine bakan bu çok okumuş, çok yazmış, çok görmüş, çok kitaplı bir aydın bürokratın görüşleri sayesinde neler öğrenilmez ki; bir huzur-bir iç sıkıntısı. 

Söyleşiden çıkardığım iç sıkıntısı şunlar: 
 
1 - Talat Halman “baş olmak”, “büyük olmak”, “başarılı olmak” amacıyla küçük yaşlarda koşullandırılmış.  
2 - Talat Halman memlekete hizmet etmek istiyor, projeleri de, idealleri de kocaman kocaman.
3 - Talat Halman “Türk Kültürü”nü tanıtmak için yanıp tutuşuyor. Bu memleketin vizyonuna, imajına çok önem veriyor.  
4 - Talat Halman vicdansız değil, idamlara karşı, içeri tıkılan aydınları kurtarmak için elinden geleni yapıyor, üstlerini ikna etmeye çalışıyor. Kendi anlatımıyla ikna etmekten iş yapmaya fırsat bulamıyor. Kendisine yönelik siyasi zorlukları sol kesime yakın olmasına bile bağlıyor. Arada kafası atıyor; “Bakanlık yaptığım dönemde aydınlar ve yazarlar için hiçbir tutuklama olamayacak” şartını sürecek kadar bağımsız bir kişiliğe bile sahip olduğuna bizi inandırmaya çalışıyor.
Arno Gruen
  Bu yazının sonunda tartışmaya açmak istediğim bir konu şu: Zalimler, iyileri nasıl yanlarına çekebiliyor?
Benim buna yanıtım şu: İçi sıkıntılı erkekler, anadan babadan çok çekmiş erkekler bunun acısını yakın çevrelerinden (eş, çoluk-çocuk, arkadaş) çıkartıyor, bir çeşit dibine kusuyor erkek. Bu çevrenin dışına; kamuya, topluma çıkınca zalimlerin, güçlülerin emrine giriyor, alıştıkları otorite sesini, büyüklenme, okşanma ihtiyaçlarını bu çevreden karşılıyor. Issız, yalnız erkeğimiz “hem öyle-hem böyle” ilişkiler geliştirerek sıkıntılı geçmişiyle körebe oynuyor. Başarıya koşullandırılmış, itilip kakılmış erkeğin intikamı iyilerin acısının artmasıyla sonuçlanıyor.

Hasar görmüş erkeğin mesleği kasap, manav, marangoz ise olumsuz etkisi sınırlı olur. Ancak; medya, reklam, sanat, politika, eğitim, adalet gibi çok kişiyi ilgilendiren, etkisi sonsuz bir alan ise, ün ve unvana kilitlenmiş erkeğimizin ezenin himayesini kabullenmesi çok kişiye pahalıya patlıyor.


Bu yazının sonuna Empatinin Yitimi (Arno Gruen) isimli kitaptaki şu satırlar yakışacak gibi geliyor: 

“İdeallerin ezenin idealleştirilmesiyle oluştuğu bir dünyada idealler ne anlama gelir? İyinin peşinde olduğumuza inanırız, ama kendimizi inkar etmemizi sağladığı için aslında bağımız kötüyledir.” 

“Politikacılar da sevgiden ve saygıdan, sorumluluktan ve onurdan söz ederler, ama bizi bilinçdışı olarak onlara çeken şey, dudaklarının kenarına yerleşmiş olan bize karşı duydukları küçümseme ifadesidir. Bu bizim için, anne-babamızda yaşadığımız ve onların bize dayattığı küçümsemeyle aynı küçümsemedir.” 
 Haziran 2009  

17 Nisan 2021



Lenin heykelinin hikâyesi Moskova Film Festivali’nde
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Rusya kıyılarından denize atılan Lenin heykellerinden birinin 2000’li yıllarda Düzce’nin Akçakoca ilçesinde karaya vurmasıyla yaşananlar çok konuşulmuş ve dünya basınında geniş yer bulmuştu, şimdi de ‘Sen Ben Lenin’le bir sinema filmine konu oluyor. Bugün Akçakoca Belediyesi’ne ait bir depoda kaderine terk edilmiş halde bekleyen Lenin heykeli, yönetmen Tufan Taştan ve senarist-yazar Barış Bıçakçı’nın “Peki Lenin heykeli kasabanın meydanına dikilseydi ne olurdu” sorusuyla filmde yeni bir ‘hayat’ buluyor.

       

2018: 
Hoşgeldin Lenin Belgeselinin 
En Uzun Metrajı Yayınlandı...

15 Nisan 2021

     

Şair-Yazar İbrahim Tığ’ın 4 şiiri, Azerbaycan’da ulusal ve günlük olarak yayınlanan Adalet Gazetesi’nin bugünkü sayısında yer aldı.
     Tığ’ın, “İki Dil”, “Arka Bahçe”, “Despina” ve “Adı Mulala da Olsa”  adını taşıyan şiirlerini Azerbaycan diline akademisyen-yazar Rövşen Memmedov çevirdi. 


13 Nisan 2021

Dayanışma

     

  Cezaevine Kitap Desteği

Sergi Odası'ndan Eskişehir L tipi cezaevinde kalan İsmail Pek'e bir kutu kitap gitti.  Bir süre önce, Sözcü gazetesi yazarı Emin Çölaşan'ın köşesinde Pek'in giysi ve kitap istemi yer almıştı. Sergi Odası, gönüllü kütüphane oluşumlarına da kitap, DVD film desteğinde bulunuyor.

     

 

09 Nisan 2021

Bizim burada Çatalağzında yaşayanlara da “elekçi” derler...

 

Fotoğraflar: Birol Üzmez

-Biz Çingeneyiz… -Hayır, Romansınız!..

 Sermet Aksu   Halkın Sesi/Zonguldak 

Roman değil bu arkadaşlarımız, bu hemşerilerimiz;

Bunlar ÇİNGENE!..

Ve onlara Çingene şeklinde hitap etmek de ayıp değil, bir tarihsel gerçek…

Yani siz şimdi o masalarda oturup da tarihi yeniden mi yazmaya karar veriyorsunuz?

Asıl ayıp bu!..

Bunlar bazı ülkelerde ve ülkemizin de bazı kesimlerinde değişik adla adlandırılırlar.

Bizim burada Çatalağzında yaşayanlara da “elekçi” derler… Ve daha düne kadar, 60-70 yıl öncesine kadar bunların nüfus kağıtlarında “din” hanesinin karşısında “Kıpti” yazardı… Ben gördüm… Sonra devletin aldığı bir kararla “İslam” yazmaya başladı ve Çingeneler bir gecede Müslüman oluverdiler… Ekleyelim… 

    

Bilmem biliyor musunuz ama dünya Çingenelerinin bir de bayrakları vardır, üst yarısı mavi, alt yarısı yeşil ve ortasında da at arabası tekerleğine benzeyen kırmızı renkte bir tekerlek…

Eveeeeeet;

Gelelim yerli Çingenelerimize…

Çingenelerimizin yaşam koşullarını değiştirmek için öyle bunları grup grup umrelere hacca göndermek pek akla yatkın değil, sonrası takip ediliyor mu?

Hayır…

Umre parasını ceplerine koyun, daha çok işlerine yarar…

Çingene neden dileniyor, Çingene neden gelin arabalarının önüne yatıyor, Çingene neden sokakta zurna üflüyor, Çingene neden okula gitmiyor ve Çingeneler nasıl 17-18 yaşlarında üç dört çocuk sahibi oluyorlar önce bunu araştırın!..

Akıl vereceğinize iş verin Çingenelere…

Ve öyle roman moman gibi isimler takıp aklınız sıra insancıl yaklaşım sergilemeyi de bırakın, çingeneye “Çingene “ deyin, hiç de gocunmayacaklardır emin olun, öyle sonucu olmayan toplantılar yapıp masa başından da çare aramayı boş verin artık…

Anlaşıldı mı arkadaşlar?


04 Nisan 2021

Vali Tutulmaz: Millete karşı edepsizliktir

  

 

 Cemaat kuvvetleri 

  Geçmiş yıllarda siyasi tahlilin olmazsa olmazı Silahlı Kuvvetler faktörüydü. Şimdi ise onun yerine Cemaat Kuvvetleri geçti. Cemaatlerle ilgili her gün bir haber var ve işte son haber de “Türk havacılığı, Nakşibendîlerin kontrolüne verildi” şeklindeydi. Basında çıkan başka haberlere bakılırsa, Sağlık’ta Menzilciler, Eğitim’de Işıkçılar, Bayındırlık’ta İskenderpaşacılar, Emniyet’te Hakyolcular, İçişleri’nde Nakşibendîler, Silahlı Kuvvetler’de Süleymancılar, Yargı’da ise bir koalisyon, yani Süleymancılar, Menzilciler, Hakyolcular “koalisyonu” baskın görünüyormuş. Ayrıca başta silahlı kuvvetler olmak üzere hemen her gün devletin çeşitli kademelerinde yeni FETÖ operasyonunu izliyoruz, temizle temizle bitmiyorlar, temizlendikçe de farklı cemaat kuvvetleri boşluğu dolduruyor elbette.

  FETÖ’nün boşalttığı mevzileri ele geçiren diğer cemaatler hızla birer holdinge de dönüştüler. Kapitalizmin sadece manevi değil kurumsal payandasılar. Cemaatler müritlerine iş imkânı sunuyor ve kazancından pay alıyor. Devlet eliyle, vakıf ve derneklerinin “kamu yararına çalıştıkları” gerekçesiyle cemaatlere sermaye transferi yapılıyor. Birçok cemaatin radyo-televizyonu var. 4 bin civarındaki özel öğrenci yurdunun yarısından fazlası cemaatlerin elindedir. 10 bin özel okulun ise üçte biri… 2018’de Prof. Dr. Esergül Balcı bir rapor hazırlamıştı. Şimdiki sayıları bilmiyorum ama o raporda 2,6 milyondan fazla kişinin bir tarikat ya da cemaatle organik bağı bulunduğu yazıyordu.

  Peki, biz ne yapacağız? Tıpkı anketlerde iktidara geliyormuşuz gibi, cemaatler karşısında laikliğin yükseldiğini bildiren yukarıdaki araştırma sonuçlarına bakıp gevşeyelim mi? Araştırmalar doğru olabilir ama şu gerçeği değiştirmiyor: Neredeyse bin yıldır şu coğrafyada kökleşmiş, toplumun tüm hücrelerine nüfuz etmiş olan cemaatler, siyasi İslam, Sol ile kıyaslandığında elbette maça hep bin sıfır önde başlamış oluyor. Solculuk karşısındaki sağcılık, bu ülkede hakikaten önce Müslümanlık olarak anlaşılıyor. Demek ki önce bu kalıbı bozmak şarttır.

https://www.birgun.net/haber/cemaat-kuvvetleri-337546 

Melih Pekdemir   Birgün 



Gazete Duvar

  

 Elif Ergezen: Belgesel sinema kasti olarak ekonomik zorluklarla dizginlenmek isteniyor

Yönetmenliğinin yanı sıra zaman zaman kurgu da yapan Ergezen’in yönettiği filmler arasında, Laz şair Hasan Helimişi’nin yaşam öyküsünü anlatan "Şairin Ölümü" (2009), maden işçilerinin nesiller boyu değişmeyen çalışma koşullarına dikkat çekmek istediği "Mükellef" (2010) ve 10 Ekim Ankara Katliamı’nda hayatını kaybeden Elif Kanlıoğlu’na dair "Elif" (2017) adlı belgeseller yer alıyor.
   
Gerçek; belgesel filmde yönetmenin yorumu ise, sadakat de içtenliği olabilir. Bu içtenlik de sanıyorum işte anlattığı konuyu gerçekten dert edinmesi ile ilgilidir fikrimce. Yönetmen bakışımızla gördüğümüz ve anlatmayı istediğimiz bir şey var o gerçeğin gerisinde. Yani maksat sadece gerçeği göstermek/iletmek değil; bu daha ziyade gazetecilik mesleğini tanımlıyor olabilir. Belgesel sinemanın gerçek ile olan güçlü bağı nedeniyle sanıyorum ki pek çok insan için bir gazetecinin TV röportajı ile bir sinemacının belgesel filmi arasında ayrım yapabilmek çok zordur. Oysa video röportajların kesin bir kalıbı vardır ve özgünlüğe pek yer bırakmaz. Dünyanın neresinde olursak olalım çoğunlukla aynı formatta hazırlanır bu içerikler.
   
Üniversiteye ilk girdiğim sene, daha son sınıfların aldığı belgesel sinema derslerine katılmaya başladım. Oradan Belgesel Sinemacılar Birliği'ne girdim ve her salı buluşup bir film izleyip sohbet etmeye başladık. Salı buluşmaları ile sadece çok film seyretmedim, aynı zamanda bu ülkede belgesel yapan bir sürü yönetmenle beraber film izleme ve tartışma şansını da buldum. Sonra tabii çok denedim, çok yanıldım; sonunda insanı hayrete düşüren bitmeyen bir yolculuk olduğunu gördüm sinemanın.

       

  2012: 
 'Mükellef' Belgeseli Zonguldaklılarla  Buluşuyor 


02 Nisan 2021

 


Karikatür Müzesi için İBB’ye çağrı yapıldı

Kürşat Coşgun   Cumhuriyet

Türkiye’de ise Karikatürcüler Derneği’nin kurulmasıyla (1969) birlikte bir karikatür müzesi kurulması için çeşitli girişimler oldu. İlk karikatür müzesi 2 Temmuz 1975’te İstanbul Belediyesi Karikatür Müzesi adıyla açıldı. 12 Eylül 1980’de ise müze kapatıldı; karikatürcülerin karşı çıkmalarına karşın Şehir Tiyatroları yöneticisi Vasfi Rıza Zobu’nun girişimleriyle Tiyatro Müzesi’ne dönüştürüldü. Karikatür Müzesi’nin yeniden açılmasına yönelik dernek yöneticilerinin çabaları sonucunda bu kez 27 Şubat 1989’da Fatih Saraçhanebaşı’nda Gazanfer Ağa Medresesi İBB Karikatür ve Mizah Müzesi adıyla açıldı.
   
Karikatüristler ve Mizah Müzesi, Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesinden sonra 1994’te kapatıldı. Müzeyi, karikatür sanatçılarının ve kamuoyunun baskısıyla bir süre sonra yeniden açmak zorunda kaldılar ama bu kez restorasyon yapılacağı bahanesiyle 2010 yılında yeniden kapattılar. Üstelik restorasyon sonrasında burayı Karikatürcüler Derneği’ne değil, Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı’na tahsis ettiler. Karikatürcüler Derneği’ne ise geçici olarak Tepebaşı’nda, yeterli ve uygun koşullara sahip olmayan bir yer tahsis ettiler. Bu alanda geçici sergiler açılmakla birlikte, bir müzenin sahip olması gereken fiziksel yetersizlik nedeniyle birbirinden ünlü ustaların pek çok eseri, yayın ve teşhir objesi depolarda ve sandıklarda bekliyor.

Bu konuda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ve Başkan Ekrem İmamoğlu’nu bir çağrıda bulunmak istiyoruz. Karikatürcüler Derneği yöneticileriyle bir araya gelerek yönetimini ortaklaşa yürütecekleri bir müze kurulması için harekete geçmelerinde tarihsel bir önem var. İstanbul’da işlevine uygun bir yerde açılacak olan karikatür ve mizah müzesi, bu sanata ve ustalarına vefa borcumuzun ödenmesi konusunda olduğu kadar, İstanbul’un gülen yüzünü tüm dünyaya göstermemiz için de büyük bir fırsat olacaktır.

 

                   

Hasanpaşa Gazhanesi, 2005

Kenti savunmak: Gazhane Gönüllüleri
İbrahim Akyürek
Sonunda Kadıköy-Hasanpaşa Gazhanesi’ndeki şenliklerden birini yakalamıştım. 
Geçen yıl 28 Mayıs’ta (2005) yapılan dördüncü şenlikte beni etkileyen bu emek yoğunluklu 114 yaşındaki endüstri mirasının savunulmasının on yıllara ulaşmasını öğrenmem oldu. 1996 yılında “Gazhane Çevre Gönüllüleri” olarak başlayan dayanışma iki yıl sonra kooperatif örgütlenmesiyle sonuçlandırılmış. 
Hasanpaşa’daki gazhaneyi, dönemin belediyesinin dozerlerinden semt halkı, yazar-mimar-mühendis birlikte kurtarmış. On yılın sonunda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin de ikna edilmesiyle artık buranın kültür projesi var.
Gazhane’nin otoparkçı, kömürcü, fuarcı takımından kurtarıldığı izlenimine kapılıp bence hiç sevinmeyin. Bugünlerde kültürü “endüstri” olarak anmaktan sıkılmayan “çağdaş” kılavuzların öncülüğünde tarihi mekânlar daha örgütlü modern paragözlerin işgaliyle karşılaşacak. İnsan emeğinin, üretim sürecinin hayranlık verici örgütlenmesinin simgeleri olan bacalar, makine ağları, beton, tuğla ve çeliğin estetik kardeşliği sadece bir fon olarak ayakta tutulacak. Uzaktan bakanlara da “mezbelelik ortadan kalktı” diye sevinmek kalacak. 
Fuarcılar, kömürcüler, otoparkçılardan oluşan “feodallar” karşısında özgüvenden kaynaklanan haklı kızgınlığımız; markalı-unvanlı aile şirketlerinin; biracıların, medyacıların, telefoncuların, bankacıların karşısında çaresizliğe, belki de hayranlığa dönüşecek.
Yedikule Gazhanesi
F: İbrahim Akyürek, 1992
Daha önce fotoğrafladığım Yedikule Gazhanesi’nde yapılan “Serotonin-2” etkinliğinde (1992) ve Haliç kıyısındaki Feshane Binası’nda (1989) sanatçılar yine işin içindeydiler. Yedikule’deki etkinlik on beş gün sürmüş, 50’yi aşkın, çoğu akademi çevresinden sanatçılar gazhane binasını özgürce kullanmışlardı. İşin az rastlanacak tarafı iki-üç ay sonra havagazı üretimi sonlanacak bu mekânda, şenliğin tam ortasında 103 işçinin bir yandan çalışıyor olmasıydı. Şenlik, emekli olacak işçilerin isteklerini duyurdukları eyleme bile tanık olmuştu.
Endüstri binalarından oluşan alanların kullanılmasıyla ilgili tartışmalar sürerken; belediye denilen kamu teşkilatının ne işe yaraması gerektiğini, çarçur ettiklerinin kimin parası olduğunu boynu bükük halimizle aklımıza bile getirmeyeceğiz. Binaların projelendirilip şirketlere yağmalattırılması karşısında birbirimize, özgüven yitiminin sonucu olan şu propagandayı yapacağız:
- Ne yani çöplük olarak mı kalsaydı buralar?
- Gönüllü kuruluşlar yapmaya kalksa para yeter mi?
- Pek çok kişi buradan ekmek yiyecek ama... 
Yukarıda andığım şenliklerde özgüvenlerini, dayanışmalarını sergileyen sanatçıların bir bölümü belki yağmacı markaların hizmetine girecek bir gün.
Zonguldak’tan gazhanelere  
Gazhanelerde kullanılan kömürün bir zamanlar Zonguldak’tan gitmesi, üretim mekânlarının bu kömür kentindeki yapıları andırması, şenlikleri izlerken düşünce ve duygularımın dolanıp durmasına yol açtı. Bir zamanlar ülkemizin Ankara ve İstanbul’dan sonra siyasi, ekonomik, kültür yönünden üçüncü gelen enerji kaynağı Zonguldak’ın “milli serveti” tarihi endüstri binalarının; kamu ve parti prensliklerinde oturan atamalı ya da seçimli; “vatan, millet, din, bayrak aromalı vatanseverler” tarafından hiç engelle karşılaşmadan yıkılıp yağmalattırılması sosyal bilimlerden, ezenlerin/ezilenlerin tarihinden yardım almadan anlaşılacak gibi değil. 
Cumhuriyet’in ilk endüstri alanları olan bu mekânların içinde hissedilen anıların acı tatlı, işlevli, dengeli, huzur veren yapışıklığından, tamlığından mahrum kalınacak. Elde kalan anı fotoğrafları, kent tarihi kitapları ve kulaktan kulağa anlatılarla yetinilecek. Aslında kâğıtlar, fotoğraflar, toplantılar, sözler de yetmeyecek. Çünkü beş duyunun taşıyıcısı bedenle hissedilen, tuğla kırmızısı, ürettikleri ses ve duman aracılığıyla kendince konuşan, dış çizgileriyle kent belleğini oluşturan endüstri binaları olmayacak. Ayakta tutulanların içinde de gelecekte markalar-mankenler-çok uluslu marketler, yerel tüccarlar cirit atacak. Buralar “cazibe merkezi” olsun diye,  “Zonguldak sevdalısı” yerel medyaya, sanatçılara, tepeden kurmalı sivil toplumculara, hukukçulara, sendikacılara pek çok görev verilecek.
Kökü dışarda “Kentsel Dönüşüm Projeleri”nde görevlendirilen yerli liberaller, Avrupa ve ABD’deki gökdelenlerin çok özel odalarında çoğaltılıp dağıtılan emperyalizmin küresel kent emirlerini içeren projeleri; sanki kendileri bulmuşlar, bize hasmışlar gibi dönüşümün yan öğeleri olan kelepçe, biber gazı, hücre, panzer, cop eşliğinde uygulayacak. (Hayatımız Fotoğraf Kitabı'ndan)
 2006  ”Gazhane’de Şenlik Var!” Fotoğraf Sergisi
               

22 Mart 2021

ZOKEV:

 

"Özdemir, yazı ve haberleriyle kentte bazılarının rahatını kaçırmış, her türlü yolsuzluğa ve uygunsuzluğa karşı gazetecilik mesleğinin gereklerini korkusuzca yerine getirmiştir.

Bugüne kadar ortaya koyduğu gazetecilik performansıyla hep doğrudan, dürüstten yana olan tavrıyla bildiğimiz, her zaman toplumsal muhalefetin dili olan Özdemir’in böylesine basit ve inandırıcılıktan uzak bir komployla özgürlüğünün kısıtlanması adalet adına, hukuk adına yaralayıcı bir girişim olmuştur.

Gerçeklerin ortaya çıkarılmasını ve Mustafa Özdemir’in bir an önce özgürlüğüne kavuşturulmasını bekliyoruz” dedi."

19 Mart 2021

Ruhr / Almanya

 

  Ruhrtriennale 2021 14 Ağustos - 25 Eylül tarihleri ​​arasında gerçekleşecek! Sanat yönetmeni Barbara Frey yönetiminde, bölgenin madencilik ve çelik endüstrisinin salonları, kok fabrikaları, makine evleri ve cüruf yığınları festivalin farklı kahramanları olacak. Program müzik, tiyatro, drama, dans, performans, konser ve görsel sanatların arayüzlerinde yer almaktadır.   

 

17 Mart 2021

Kozlu

 


12 Mart'ın erken saatlerinde, önce işçilerin önünden kaçan yöneticiler ve jandarmalar, denizcilerin kurduğu barikatın arkasına geçti; ardından işçiler geldi. Kendilerine doğrultulmuş tüfeklere doğru yürüdüler. Ateş açıldı. Satılmış Tepe ile Mehmet Çavdar vuruldu. Biri hemen öldü, biri hastaneye götürülürken. Artık madencileri durdurmak mümkün değildi. Askerlerle göğüs göğüse dövüşmeye giriştiler. Onları da püskürttüler. 10 işçi ile 12 er yaralandı.

13 Mart günü ölen madencilerin cenazeleri defnedilmek üzere köylerine yollandılar. Bu klasikleşmiş fotoğraf karesinde madenciler arkadaşlarını taşırken görünüyor. “Milliyet” gazetesinden foto muhabiri Özdemir Gürsoy’un çektiği bu kare, uzun yıllar, işçi hareketi ve afişlerde, pankartlarda, yayın organlarında kullanıldı, bir simge haline geldi. 1965 madenci ayaklanması üzerine şair Fazıl Hüsnü Dağlarca bir de “Zonguldak Ağıtı” yazdı:

16 Mart 2021


TRT'de 'yasak ürün' reklamı

TRT Spor'da "Stadyum" programında, 18 yaş altındaki gençlere satışının yapılması yasak olan enerji içeceğinin reklamı yapıldı. Spor tesisleri, okul kantinleri ve hastanelerde satışı ve reklamı yasak olan bu içeceklerin internetten satışı sırasında da "18 yaş" uyarısı ile karşı karşıya kalınıyor.

Enerji içeceği kaynaklı ölümlerin artması, en son 9 Mart’ta İstanbul’da 15 yaşında bir çocuğun uyumadan önce 1 litrelik enerji içeceği içmesinin ardından öldüğü iddiaları ile gündem gelmişti. Tüketici Hakları Derneği de bir rapor hazırlayarak 1 litrelik enerji içeceğinin yasaklanması çağrısında bulunmuştu. Derneğin raporunda şu bilgilere yer verilmişti:

Kömürspor tribünleri Emine Bulut ve diğer kadınlar için pankart açacak
TFF 2. Lig takımı Zonguldak Kömürspor’un taraftar grubu Ultras’ın tribün liderleri Miraç Balcı ve Bora Amasralı anlamlı bir işe daha imza atıyor. Daha önce de yaptıkları sosyal sorumluluk projeleriyle yediden yetmişe herkesin beğenisini kazanan Ultras taraftar grubu bu kez de geçtiğimiz günlerde Denizli’de eşi tarafından boğazı kesilerek öldürülen Emine Bulut ve diğer kadınlar için farkındalıkamacıyla tribünlerde pankart açacak. Ultras taraftar grubu bu anlamlı projeyi pazar günü Karaelmas Kemal Köksal Stadyumu’nda oynanacak Amed Sportif Faaliyetler maçında açması planlanıyor.
 İşçi takımını Sedat Peker'e avuç açtırdılar

14 Mart 2021

2020 < Zonguldak-İzmir

 

Birol Üzmez ile fotoğraf üzerine söyleşi

 

Madenleri ne yapmalı?

 Mehmet Torun 
  Birgün 
Maden yatakları; 4,5 milyar yıl önce, yerkürenin oluşumunun başında ve daha sonraki safhalarda zuhur eden çeşitli fiziksel, kimyasal, biyolojik, bakteriyolojik, jeolojik vb. süreçlerin bir arada ve yavaş yavaş ilerlemesi sonucunda oluşmuştur. Aynı süreç günümüzde de ağır aksak yürümekte. Doğada mevcut birçok ürünü belirli bir zaman ve mekân boyutunda tekrar üretmek mümkün; ancak madenler, bir kez tükendiğinde yeniden üretilemeyen varlıklar ve bu nedenle de çok özel olarak ele alınmaları gerekiyor. Bir diğer yandan, madenler; insan emeği harcanmaksızın oluşan fıtrî değerlerdir; yani bulundukları haliyle, aslında bir değer ifade etmezler, onlara değer kazandıran harcanan emektir ve ancak meta haline dönüştüklerinde bir değere kavuşurlar. Tam bu noktada madenlerin bütün insanlık ailesinin ihtiyaçlarını karşılaması gereken ortak kullanım kaynakları olduğunu anlamak ve sosyal niteliklerinin önemine dikkat çekmek gerekiyor!

Stratejik maden, günün koşullarına bağımlı olarak, ülkeden ülkeye değişen göreceli bir kavram. Liberal ekonomilerde, bir madenin stratejik olduğu ilan edildiğinde; hemen devletin işletmeye geçmesi yerine, stoklama yollarını araması istenir. Sosyalist ülkelerde madencilik sektörünün tamamı stratejik sayılmakta iken, fanatik liberallere göre ise hiçbir maden stratejik olamaz.

     

Rezervleri tükenen AB ülkeleri, 2030’lu yıllara ait arz-talep kestirimlerini yapıp buna göre planlamalar yaparken; ülkemizin –piyasanın kutsiyeti dayatmasıyla– madenlerini hesapsız bir şekilde üretip/tüketip, dışarıya satması, kaynak kaybı ve gelecek kuşakların hakkına el konulması anlamına geliyor. Liberal ekonominin kalesi ülkeler bile uzun vadeli planlamalar yaparken, geri bırakılmış ülkelere farklı davranmaları ve bu konudaki tavsiyelerinin şüpheyle karşılanmalı. “Doğal Kaynakların Sahibi Halktır” sözünün, sloganda kalmaması, bu öncelikleri hayata geçirmekle birebir ilintili. Bu anlamda madencilik politikaları acilen değiştirilmeli ve buna uygun düzenlemeler yapılmalı.

10 Mart 2021

09 Mart 2021

     

Zonguldak-Çaycuma-Gökçebey-Karabük 
tren saatleri belli oldu

08 Mart 2021

Yeni / Ocak 2021

Yeni / Mart 2021 / Hande Suher


 

Kdz. Ereğli

      

Belediye Başkanı Halil Posbıyık’ın eşi Neriman Posbıyık’ın Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptığı kooperatifin ofis ve üretim binasının açılışı yapıldı.  Neriman Posbıyık, hedeflerinin kadın istihdamını artırmak olduğunu belirterek, “Köylerde ve şehirde üretim yapan, bizimle çalışmak isteyen kadınları bir araya getireceğiz. Şimdiden ön üretim faaliyetlerine başlandı. Asıl yoğun üretim süreci bahar ve yaz aylarında gerçekleşecek. Bu çalışmanın para kazanmak, evine ekmek götürmek isteyen kadınlara büyük bir istihdam kapısı olacağına inanıyorum” dedi.

Devrek


      
Devrek’te sepet örücülüğü kursu tamamlandı

Devrek Kent Konseyinin talebi üzerine, Devrek İlçe Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü tarafından açılan “sepet örücülüğü kursu” tamamlandı. Devrek Esnaf ve Sanatkarlar Odası salonunda açılan ve bir ay süren kursa 12 kadın kursiyer katıldı ve başarıları nedeniyle de sertifikalarını almayı hak kazandı.

Halk Eğitim Müdürlüğü Eğitimcisi Ayşegül Yurttadur tarafından verilen “Sepet Örücülüğü Kursu”na kadınlar yoğun ilgi gösterdi. Pandemi nedeniyle kursiyer sayısının kısıtlı tutulduğu kursun yeniden açılması planlanıyor.