11 Aralık 2025

Emek

Teknofeodalizm ile emek sömürüsü derinleşiyor

Emek sömürüsü dediğimizde çoğunlukla emek piyasasında ortaya çıkan ve Marx’ın artı değer kavramı ile özdeşleşen geleneksel sömürü ilişkileri aklımıza gelmektedir. Ancak son 15-20 yıldır günlük hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelen dijital iletişim teknolojileri ile geleneksel emek sömürüsü ilişkilerinin biçim değiştirdiğine şahit oluyoruz. Büyük teknoloji şirketlerinin her bir internet ve sosyal medya kullanıcısını adeta kendi işçisi gibi gördüğü ve bu sayede sıradan kullanıcıların günlük internet kullanımı üzerinden büyük bir emek sömürüsü ve sermaye birikimi elde etmesi söz konusudur. Burada sömürülen “emek” geleneksel anlamda emek piyasasında harcanan emekten farklı olduğu için sömürünün kendisini görünmez kılması gibi ciddi bir tehdit de ortaya çıkmaktadır. Literatürde ilk olarak 1977’de Smythe tarafından “izleyici emeği” olarak adlandırılan bu “emek” türü sıradan bireylerin boş zamanlarının medya araçları sayesinde sermaye tarafından reklamlar aracılığıyla metalaştırılmasını ifade etmektedir. Günümüzde gelişen dijital iletişim teknolojileri sayesinde artık bireyler sadece izleyici değil medya üretim ve tüketim süreçlerinin aktif birer katılımcısı olarak “kullanıcı emeği” sarf etmektedir. Bu bağlamda sosyal ağlarda bireylerin içerik üretirken aynı zamanda üretilen içerikleri de tüketmesi internet kullanıcılarının harcadığı emeği ifade etmektedir. Milyonlarca kullanıcının hem üretim hem de tüketim sürecinde yer alması teknoloji şirketleri için adeta bir hammadde olan milyonlarca bedava verinin toplanması anlamına gelmektedir. Bu veriler tıpkı Smythe’in 77’de vurguladığı gibi sermaye tarafından reklamlar aracılığıyla metalaştırılmaktadır. Bu noktada internet ve sosyal medya platformlarını kullanan herkes bir yönüyle emek sömürüsüne maruz kalmaktadır. Dolayısıyla emek sömürüsü toplumsallaşarak derinleşmektedir. 
 Tugay Soykan   Birgün

09 Aralık 2025

Soğuksu

 

Berlgesel

 

baronluk

 

Yeni feodal çağ ve dijital baronluk 

Ortaçağ’ın baronları toprakta üretimi kontrol ederken bugünün baronları veriyi, iletişimi ve üretim süreçlerini yönetiyor. Facebook, Google, Amazon, X, Apple gibi teknoloji devleri, çağdaş dünyada bilgi akışını, iletişim biçimlerini ve hatta siyasal tercihleri belirleyen devasa yapılar haline geldi. Toplumun her katmanı, bu platformların altyapısına bağımlı durumda. Kamusal alan, artık fiziksel bir meydan değil; birkaç özel şirketin yönettiği sanal bir “platform ekonomisi” içinde biçimleniyor. 
CUMHURİYETÇİ BAKIŞ

Varoufakis’in vurguladığı temel çelişki burada başlıyor: Vatandaş “kullanıcıya”, halk “veri kaynağına”, kamusal alan ise “platforma” dönüşüyor. Demokrasinin biçimsel varlığı sürse de içerik çoktan sermaye tekellerinin eline geçmiş durumda. Liberal demokrasiler, otoriter liderlere karşı çıkarken piyasa baronlarına dokunmamayı tercih ediyor. Bu yüzden Varoufakis’in ifadesiyle “gerçek bir cumhuriyetçi yalnızca krallara değil, baronlara da karşı çıkar.”

Bu çağda siyasal iktidarın merkezinde artık devlet başkanları değil, veri akışını ve dijital iletişim araçlarını yöneten özel şirketler yer alıyor. Her seçim kampanyası, her toplumsal hareket, bu dijital ağların denetimi altına girmiş durumda. Kamusal tartışma alanı, birkaç algoritmanın gölgesinde şekilleniyor. Bu durum, Varoufakis’in “yeni feodal düzen” kavramsallaştırmasını yalnızca bir metafor olmaktan çıkarıyor; somut bir ekonomik ve politik gerçekliğe dönüştürüyor.

  DİJİTAL FEODALİZM

Bugünün dijital kapitalizmi, klasik kapitalizmin sınırlarını aşan bir bağımlılık ilişkisi yaratıyor. Bireyler hem üretici hem tüketici hem de gözetlenen birer veri kaynağına indirgeniyor. Bu yapının sürmesi halinde, demokrasi yalnızca bir “gösteri sanatı” olarak kalacak. Seçimler, özgürlük ve katılımın değil, algoritmik manipülasyonların sahnesi olacak.

Varoufakis, bu tabloya karşı yeni bir kamusallık öneriyor: Ne devletin ne de piyasanın tekeline sıkışmış, katılımcı, ortak mülkiyete dayalı bir dijital cumhuriyet. Bu, üretim araçlarının toplumsallaşmasının 21. yüzyıldaki biçimi olabilir. Kamusal veri merkezleri, açık kaynaklı platformlar ve demokratik olarak yönetilen dijital ağlar, geleceğin eşitlikçi toplumunun temeli olabilir.

Yazının son cümlesi, adeta çağımızın özeti niteliğinde: “Demokrasi artık baronların hizmetinde bir gösteri sanatına dönüştü. Yeni bir cumhuriyet istiyorsak önce baronların mülkiyetini tartışmaya açmalıyız.”

Bugün, ekonomik ve siyasal mücadele alanı yalnızca parlamentolar ya da sokaklar değil, aynı zamanda dijital ağlardır. Varoufakis’in çağrısı, klasik sınıf mücadelesini yeni bir zemine taşıyor. Feodalitenin sonunu getiren halkçı devrimler, bu kez dijital feodalizme karşı da verilmek zorunda. 
GÖSTERİ DEMOKRASİSİ
 
Türkiye bağlamına bakıldığında ise Varoufakis’in işaret ettiği “baronlaşma” olgusu çok daha karmaşık ve çift katmanlı bir görünüm sergilemektedir. Bir yandan siyasal iktidarın giderek merkezileşmesi, kamusal kaynakların dar bir sermaye çevresine aktarılması ve medya-ekonomi ilişkilerinin aynı ağlar içinde iç içe geçmesi, klasik anlamıyla bir “yeni patrimonyal düzen” yaratmıştır. Diğer yandan küresel teknoloji devlerinin Türkiye’deki dijital davranışları belirleme gücü, reklam ekonomisini tekelleştirmesi ve veri akışını denetlemesi, ulusal ölçekteki iktidar ilişkilerinin üzerine ikinci bir tahakküm katmanı bindirmektedir. Böylece Türkiye’de hem yerli sermaye bloklarının hem de ulusötesi platform devlerinin oluşturduğu iç içe geçmiş bir feodal yapı ortaya çıkmaktadır. Bu yapı, yurttaşların giderek daha az kamusal, daha çok ticarileştirilmiş alanlarda var olmasına; politik katılımın ise sosyal medya algoritmalarının yönlendirdiği bir “gösteri demokrasisi”ne dönüşmesine yol açmaktadır.


 Doğan Sevimbike    Cumhuriyet

 

08 Aralık 2025

hiç yatmayacak

6 yıl ceza alan hiç yatmayacak böyle adalet olur mu!
 
31 Temmuz 2023 öncesi suç işleyenlerin kapalı cezaevlerinden 3 yıl erken çıkmasını sağlayan kanun teklifi kabul edilirse 6 Şubat depremlerinden yargılanan müteahhitler, şiddet ve tecavüz failleri olmak üzere on binlerce hükümlü yararlanacak. Mağdurlar ise “ceza değil ödül veriyorlar” diyerek teklife karşı çıkıyor

11. Yargı Paketi TBMM’de çarşamba günü görüşülmeye başlandı. Paketin içindeki 27. madde ise tartışmalara neden oldu. Çünkü düzenleme 31 Temmuz 2023 tarihinden önce işlenen suçlarda hükümlülerin açık cezaevine geçişten ve denetimli serbestlikten 3’er yıl erken yararlanmasını sağlıyor. Kanun teklifi terör ve örgüt suçlarıyla devlete karşı işlenen bazı suçlar hariç olmak üzere ağır suçların tamamını da kapsıyor. Bu da kadın cinayeti faillerinden 6 Şubat depremleri nedeniyle yargılanan müteahhitlere, Yenidoğan Çetesi dosyasındaki sanıklardan Amasra maden kazasında ceza alanlara kadar pek çok kişinin bu düzenlemeden yararlanacağı anlamına geliyor. Bununla birlikte teklifin yasalaşması durumunda 115 bin hükümlünün düzenlemeden faydalanması bekleniyor. Hatta sayının 250 bine çıkacağı da iddia ediliyor.

“Öldürmeye teşebbüs etti, 1 gün bile yatmayacak” 
Adli Suçlar Platformu Sözcüsü ve aynı zamanda kendisi de şiddet mağduru olan Ayşe Ulaş ise düzenlemeyle devletin şiddet faillerine “Ben senin arkandayım” mesajı verdiğini söylüyor. “Aile içi bir saldırı yaşadım. Vücudum makasla delik deşik edildi, akciğerim patladı, haftalarca yoğun bakımda yattım. Dava, kasten adam öldürmeye teşebbüsten açıldı. Adli Tıp Kurumu’ndan hayati tehlikem olduğuna dair rapor alınmasına rağmen ağır yaralamaya çevrildi. 6 yıl hapis cezası kesinleşti. Fail, kapalı cezaevinde yalnızca 14 ay yatacaktı. Fakat firari durumda, affı bekliyor. Yeni infaz affı ile tek gün yatmayacak ve belki de bu sefer beni öldürmek için plan yapacak.” 
Esen Dolma   Oksijen

                                       

“sağlığın ticari belirleyicileri”

 

Sağlık hizmetlerinde ve hekimlik pratiğinde çıkar çatışması (“Conflict of interest”)

İlaç ve tıbbi teknoloji firmalarının hekimlere yaptığı araştırma dışı ödemelerin şeffaf bir şekilde açıklandığı bir sistem kurulmasına ihtiyaç vardır. Ülkemizdeki bütün sağlıkla ilgili kongrelerdeki konuşmalarda “çıkar çatışması beyanı” zorunlu hale getirilebilir. Sosyal medyadaki “influencer” olarak bilinen, bir kısmı kendi yaşadığı hastalıklar ile ilgili paylaşımlar yapan ve sağlık mesleklerinden olmayan kişiler ile ilgili ise hiçbir düzenleme yok

         Şükrü Hatun   T24 

07 Aralık 2025

2025

 

Kaza Değil, Cinayet!
Şımarıklıkla, güçle ve parayla örtbas edilmek istenen bir cinayetin karşısındayız. Adalet için buradayız. Hürcan için buradayız.

Yeni

 

Fatih Akın'dan 'Amrum' yarın vizyonda 

12 yaşındaki Nanning’in 2’nci Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarını anlatan ve gerçek bir hikayeye dayanan filmin başrollerinde Jasper Billerbeck, Laura Tonke, Lisa Hagmeister, Kian Köppke, Matthias Schweighöfer ve Diane Kruger yer alıyor.

BOSNA

Marş Mira (Barış Yürüyüşü) Belgeseli Tanıklığa Çağırıyor!

İ. Kerem Öztürk'ün 'Marş Mira-Srebrenitsabaşlıklı belgesel çalışmaları Zonguldak Sergi Odası'na konuk olacak. İlk etkinlik olan fotoğraf sergisi 9 Aralık 2025 Salı günü saat 13.00'de başlayıp 19 Aralık Cuma günü kapanacak. Belgesel gösterisi ise 15 Aralık Pazartesi günü saat 18.00'de yapılacak. 
 
Boşnakça Barış Yürüyüşü anlamına gelen Marş Mira, 2016 yılında 12'inci kez gerçekleşti. Tüm dünyadan dayanışma için gelen gruplar bu yürüyüşe katılarak Bosna'da 1995 yılında binlerce sivilin yaşadığı acılara tanıklık etti.

Zonguldak Fotoğraf Derneği üyesi Kerem Öztürk, 2016'da katıldığı yürüyüşten kalan izlenimlerini görseller eşliğinde anlatacak.


 

04 Aralık 2025

PROGRAM:


Fotoğraf/Film Haftası'nın Aralık Etkinlikleri Başlıyor!
Zonguldak Sergi Odası'nın geçen ay başlattığı Fotoğraf/Film Haftası'nın Aralık ayı programı belli oldu. 

9 Aralık Salı günü Babamın Kanatları filmiyle başlayacak olan etkinlikler 11 Aralık Perşembe günü üç gösteriyle devam edecek:  Nevzat Çakır 'Sokağın Adı Fotoğraf', Ressam Orhan Taylan ise, 'Atölyesinde Orhan Taylan' belgeseli ile anılacak. Günün son belgeseli ise Gustav Klimt (Hazla Çizilen Kadınlar).
 
15 Aralık Pazartesi günü saat 18.00 de İ.Kerem Öztürk'ün video ve fotoğraflarından oluşan Srebrenitsa-Marş Mira 2016 (Barış Yürüyüşü) gösterisi gerçekleşecek. 16 Aralık Salı Baskı (One Hour Photo), 19 Aralık Cuma Press haftanın son filmleri olacak. 

18 Aralık Perşembe günü Alaaddin Kara, Tankut Öktem'in eseri olan Zonguldak Madenci Anıtını konu alan anlatımı için Sergi Odası'na konuk olacak.

Ahmet Tokyay, Alaaddin Kara ve İbrahim Akyürek'in 'Karaelmas Maden İşçileri' başlıklı fotoğraf sergisi ise 4-19 Aralık tarihlerinde Kilimli Halkevinde izleyicilerle buluşacak. Haftanın ikinci sergisi olan İ.Kerem Öztürk'ün Srebrenitsa-Marş Mira 2016 (Barış Yürüyüşü) 9-19 Aralık tarihlerinde Sergi Odası salonunda yer alacak.
 

 

Büyük madenci yürüyüşünün 35. yılı 

30 Kasım 1990 tarihinde Genel Maden İş Sendikasında (GMİS) örgütlü olan maden işçileri greve çıkmış daha sonra Ankara'ya doğru büyük yürüyüşü başlatmıştı. 
Bu yılın programı Zonguldak Madenci Anıtının Heykeltıraşı Tankut Öktem'e ve yakın tarihte hayata veda eden Fotoğrafçı Sebastião Salgado'nun ansına adandı. 
İlki geçen yıl gerçekleşen Fotoğraf/Film Haftası, Britanya (İngiltere) kömür işçilerinin 84/85 uzun grevinin 40'ıncı, Zonguldak Kömür Havzası maden işçilerinin 90/91 uzun grevinin 34. yılı nedeniyle hazırlanmıştı.

İletişim: Sergi Odası : 67sergi@gmail.com : +90 0552 3313847

https://67foto-film.blogspot.com/   

Günümüzün faşizmi tabii ki 1930’lar faşizminin kopyası değil;

 

2026’ya girerken militarizm ve faşizm

Ekonomik durgunluk ile Ukrayna savaşının, Trump-Putin ilişkisinin getirdiği güvenlik kaygıları altında Avrupa yeniden silahlanıyor. Askeri kapasiteyi genişletme arzusu, kaçınılmaz olarak askerlik konusunu da gündeme getirdi. Örneğin Almanya’da hükümet, zorunlu askerlik konusunu tartışmaya açıyor; kısa dönemli ulusal hizmet modeliyle genç nüfusun orduda etkinleşmesini planlıyor. Fransa da ordusunu genişletmek istiyor ama zorunlu askerlik popüler değil. Fransa’da Le Pen (faşist hareketin parlamenter lideri) Almanya’da AfD zorunlu askerliğin geri getirilmesini, ulusal disiplinin artırılmasını istiyor.

Vatandaşların savaş istemediği, profesyonel orduların personel bulmakta zorlandığı bir dönemde, bu tartışmalar, yalnızca asker sayısını artırmaya ilişkin değil, aynı zamanda, toplumun savaş fikrine direnişini kırmayı, savunma kültürüne adaptasyonunu, savaş kapasitesini artırmayı da gündeme getiriyor. Tıpkı 19. yüzyıl sonu Avrupa’sında olduğu gibi, “istila ve direniş” (“büyük yer değiştirme”, “göçmen istilası”) temaları kültürel ve politik söylemlerde yükseliyor. Günümüzde faşist ideolojiler de tam bu noktada devreye giriyor: Irkçılığı kültürel kodlarla gizleyen, sözde bir erkeklik krizine hitap eden, antiwoke ve hız/teknoloji kültünü kutsayan faşist eğilimler, özellikle teknoloji sermayesinin ve siyasi elitin ilgisini çekmeye başlıyor.

Günümüzün faşizmi tabii ki 1930’lar faşizminin kopyası değil; günümüzün teknolojik, ekonomik ve kültürel malzemeleriyle yeniden üretilmiş bir faşizm bu. Bu dalga, dün çizgi romanlar, dergiler, filmler ile yaygınlaşırken bu gün, X, TikTok gibi, sosyal medya platformları, bilgisayar oyunları, YouTube yayınları üzerinden üretilen ırkçılık, homofobi, kadın düşmanlığı, erkeklik kültü yansıtan “meme”ler ile hızla yayılıyor.

Bu faşist dalga sermaye birikimi ve militarist eğilimlerle örtüşerek savunma yatırımlarının ve zorunlu askerlik tartışmalarının meşruiyetini güçlendiriyor. Kapitalizmin kriz dönemlerinde tekrarlayan bir örüntü olarak ekonomik daralma ve toplumsal huzursuzluk arttıkça sistem militarizme sığınıyor; ideoloji ise bu dönüşümü kaçınılmaz ve gerekli gösteriyor. ABD ve Avrupa’nın hızlanan savunma harcamaları, yalnızca güvenlik endişesi değil, kırılgan ekonomik düzenin yeni bir çıkış arayışının da göstergesi.

Sermayenin ve teknolojik elitin gereksinimleri ideolojik eğilimleri, militarist dönüşümü hızlandırıyor. Ancak vatandaşların büyük çoğunluğu savaş istemiyor. Bu noktada günümüzün faşizmi, toplumun savaş düşüncesine alıştırmaya yönelik bir kültürel ortamı (özellikle I. ve II. savaşların, faşizmin canavarlıklarının anılarından yoksun genç kuşaklar arasında) besliyor. 2026 yılı, kırılgan ekonomik ve militarist eğilimlerin, faşist senaryoların iç içe geçtiği bir dünya getiriyor. 

Ergin Yıldızoğlu    Cumhuriyet   

                               

02 Aralık 2025

Çaycuma


 

Fooğraf

Kilimli

Yoksulluğun kuyusu:
Zonguldak'ta kaçak madenler

 
Zonguldak’ın dik yamaçlarında, dışarıdan bakıldığında yemyeşil görünen fındık bahçelerinin altında, yasaların "yok" saydığı karanlık bir dünya işliyor. Burası, yoksulluğun ve çaresizliğin insanları yerin metrelerce altına ittiği kaçak maden ocakları.
 



 

BKM


01 Aralık 2025

Film

 

KÜLTÜR


 

2025 Kasım

 
Ulaştırma alanında KÖİ modeliyle yaptırılan otoyol, tünel, havalimanı projelerinin ekopolitik öyküleri bu kitabın konusu. 
Bu kitapta ‘ticari sır' gerekçesiyle yıllardır TBMM'den kaçırılan, Sayıştay denetçilerinin dahi zor ulaştığı Yap-İşlet-Devret (YİD) uygulama sözleşmelerinden bazılarının metinlerine -kimi taslak formatında- yer veriyoruz. Devlet kurumlarının özel sektör şirketleri ile yaptığı sözleşmeleri vatandaşın bilmesi gerektiği inancıyla yaptık bunu. 
Bunu yaparken gazetecilik eylemine yol gösteren temel soru şudur: Devlet bizlere seneye, ondan sonraki seneye, üç, beş, on yıl sonra salacağı vergilere güvenmese bu garantileri verebilir mi? Hayır. O halde ben de rızam olmadan bana sorulmadan borçlandırıldığım sözleşmeleri okuma hakkına sahibim.”

                                

 

İnternet

  

28 Kasım 2025

Skop:

Filtredünya: Algoritmalar Kültürü Nasıl Tekdüzeleştirdi

Instagram, Yelp, Foursquare gibi algoritmik dijital platformlar aracılığıyla dünyanın dört bir yanındaki çok sayıda insan yaşamlarında benzer ürün ve deneyimlerden hoşlanmayı öğreniyor ve bunların peşine düşüyor. Nerede yaşıyor olurlarsa olsunlar, sosyal medya akışlarında benzer türde dijital içerikleri görüyorlar, dolayısıyla tercihleri de ona göre şekilleniyor. Gelgelelim bu etkiler beynelmilel olsa da, bunlara temel oluşturan ağ platformları Batı menşeli – çoğunun merkezi Silikon Vadisi’nde ve akıl almaz derecede zengin bir avuç beyaz erkek tarafından yönetiliyorlar. 

Fakat bizden topladıkları bütün verilere rağmen, algoritmik içerik akışları bir taraftan da bizi sürekli yanlış anlıyor: Bizi yanlış insanlara bağlıyor veya bize uymayan içerikler öneriyor, istemediğimiz türde alışkanlıkları teşvik ediyor. Algoritma ağı bizim adımıza bir sürü karar alıyor, ama ona cevap verme ya da işleyişini değiştirme imkânımız yok. Bu dengesizlik edilgenliğe yol açıyor: İçerik akışı ne öneriyorsa onu tüketiyoruz, gördüğümüz şeylere derinlemesine kafa yormuyoruz. 

İnternette kendimizi sunma biçimimizi de bu platformların özendirici araçlarına göre ayarlamayı öğreniyoruz. Twitter veya Facebook’ta gönderi yazarken, Instagram’da paylaşmak üzere fotoğraf çekerken, bunları dikkat çekeceğini ve beğeni alıp tıklanacağını bildiğimiz şekilde yapıyoruz. Bu beğenilerin beyinlerimizde dopamin patlamasını tetiklediğini gösteren bilimsel çalışmalar var, yani bunların peşine düşmek ve içerik akışına uyum göstermek bağımlılık yaratıyor.

Filtredünya’nın deneyimlerimizi nasıl şekillendirdiğini anlamak için öncelikle nasıl ortaya çıktığını anlamamız gerek.

27 Kasım 2025

Film

 

Kitap

 

“Söyleşi & Kitap Tanıtımı: Fotoğrafın Sırtındaki Kambur: 12 Eylül"
Türkiye'nin kuruluşundan bu yana yaşadığı toplumsal ve siyasal dönüşümlerin sanata, kültüre yansımaları olurken bu süreçte fotoğrafın rolü neydi? 
Kitaba da değerli katkılarını koyan dönemin önemli tanığı İbrahim Akyürek ile birlikte Zonguldak Fotoğraf Derneği'ndeki söyleşimizde, 1980'in fotoğrafta bir kırılma tarihi olmasının nedenlerini ve sonuçlarını konuşurken memleketin yakın tarihine fotoğraf ve siyaset üzerinden bir yolculuk yapacağız.
 
Bu önemli buluşmada sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyarız.

26 Kasım 2025

BKM

 

çizen adam

 
‘Mutluluğu çizen adam’

1948’de Yüksek Resim Bölümü’nü birincilikle bitirince, Fransız hükümetinin verdiği bursla Paris’e gitti. Orada geçirdiği dört yıl boyunca Fernand Leger ve Andre Lhote atölyelerinde eğitim aldı. Günsür’ün, araştırma yılları olarak tanımlayabileceğimiz bu döneminde o zamana kadar sürdürdüğü izlenimci resim anlayışı Picasso, Leger ve Matisse gibi ustaların yanı sıra yeni tanıdığı Afrika sanatının etkisiyle değişime uğradı; yarı soyut anlayışa yöneldi.
 

1952'de yurda dönen (Nedim) Günsür, iki yıl sonra Zonguldak’a resim öğretmeni olarak atandı. Onun sanatının en karakteristik yapıtları arasında gösterilen serisi de bu dönem ortaya çıktı: Figüratif dışavurumcu bir anlayışla maden işçilerinin yaşamını konu alan resimler gerçekleştirdi. Sanatçının, madencilerin yanı sıra Ereğli liman işçilerini konu aldığı bu dönem çalışmalarında konuyu siyah-beyaz karşıtlığıyla ve dramatik bir etkiyle yansıttığı görülür. Toplumsal gerçekçi bir yaklaşımla Anadolu insanını ve onun yaşamını ele alan Nedim Günsür’ün Zonguldak dönemi resimlerini, köyden kente göçen gurbetçiler dizisi takip etti. Figürlerin inceldiği, geniş doğa ve mekan tasarımlarına küçük figürleri sığdırdığı kompozisyonları, onun resminin ayırt edici özelliğini de doğurdu. Gecekondular, gurbetçiler, maden işçileri ve göç olgusunu resimlerinde ele alan Günsür, toplumsal gerçekçi bir anlatımla, zorlu hayat şartları altında ezilen insanları betimledi. 1960’lardan sonra kent ve yaşamına da eğilen sanatçı naif bir anlatım diliyle yaşamın tüm yönlerini sanatına konu yaptı. Deniz kenarında uzanan çarşıları, panayırları, balıkçı köylerini, lunaparkları, kıyı görünümlerini resminin konusu yaptı. Sanatçının şiirsel bir anlatımla ortaya koyduğu bu çocuksu tavrı kimi zaman ironiye dönüşürken, ağırlıkla, yalın bir dille rengarenk masallar anlattı.
 
Tam da burada sözü yazar Turgay Gönenç’e verelim: “Nedim Günsür’ün resim macerası, siyah-beyaz başlayıp, renkli sona eren bir film gibidir. Ressamlığının ilk yıllarında, o zaman da tutucu olan bu adam, Cezayir Savaşı, kıyımlar, patlayan maden ocakları çizip boyadı: Renkli siyahlar ve grinin bin bir tonunu kullanarak… Çok cesur, o zamanın Türkiye resmi için çok yenilikçi bir kompozisyon ve kadraj anlayışıyla.”

Afrika’da şu anda en az 16 ülkenin envanterinde...

Afrika Türk SİHA’ların kanatları altında

Dünyada en çok aktif çatışmanın bulunduğu kıta Afrika’da birçok ülke Türk yapımı silahlar kullanıyor. Kıtadaki birçok ülke, özellikle son 5 yılda Türk yapımı SİHA’lar almak için Bayraktar ve TUSAŞ gibi şirketlerin kapısını çaldı. Afrika’da şu anda en az 16 ülkenin envanterinde Türk şirketler tarafından üretilen SİHA’lar bulunuyor. 10’dan fazla ülkenin elinde ise Türk yapımı zırhlı araçlar var. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’ne göre Türkiye bir “orta güç” olarak görülmesine rağmen, 2024 yılında Rusya ile beraber Batı Afrika’ya en çok silah sağlayan üçüncü ülke konumundaydı.
  Türk yapımı silahların çatışmaların sık yaşandığı bir bölgede bulunması, çatışmalarda da sıkça kullanılması sonucunu beraberinde getiriyor. Örneğin çeşitli açık uydu görüntüleri ve basına yansıyan kareler Sudan ordusunun HDK ile çatışmalarında Bayraktar TB-2’ler kullandığını gösterdi. Alman düşünce kuruluşu Bilim ve Siyaset Vakfı’nda (SWP) misafir araştırmacı olan ve Afrika üzerine çalışmalar yürüten Nebahat Tanrıverdi Yaşar, SİHA’ların özellikle 2024 sonundan itibaren ordu tarafından yoğun şekilde kullanıldığını ancak genel anlamda savaşın seyrini değiştirmede sınırlı kaldığını söyledi.

Zonguldak'ın kaçak madenlerinde kadınlar

Fındık bahçelerinin altındaki görünmeyen emek: Zonguldak'ın kaçak madenlerinde kadınlar


25 Kasım 2025